1 Kasım 2012 Perşembe

Vakit nakittir!..



İki ay olacak nerdeyse, blog giriş şifremi unutmayayım diye giriş yapayım dedim...

Bari bloğuma uğradım, bir şeyler mırıldanmadan çıkmayayım dedim...

Evet, hayat devam ediyor. Hayattayım ve yaşıyorum anlayacağınız...

Bazı arkadaşlarımla uzun süre telefonda konuşamazsak eğer (bir türlü görüşmeye vakit bulamadığımızdan) kendilerine;  hep derim ki:
"Ne o, hayatta mısın? Yaşıyor musun? Ben yaşıyorum. Evet sesini duydum sende yaşıyorsun"...

Aslında bu kibarca bir sitemdir kendilerine. Anlayanlar çok gülüyorlar zaten. Hayat artık bu şekilde olmaya başladı. Yani artık kimse kimseyi arayıp, soramıyor. Görüşmek için vakit ayıramıyor. Herkesin bir yaşam mücadelesi ve telaşı var. Buna bende dahilim. Ama bu şekilde giderse insanlar artık kimseyle görüşemez hale gelecekler. Bazen hesaplıyorum da; en yakın arkadaşımla bile senede bir defa görüşür hale gelmişiz. O da benim çabalarımla. Allahtan telefon ve mail var da, bu şekilde görüşebiliyoruz...

Ama isterdim ki sevdiğim insanlarla daha sık görüşebilmek. Buna kendi akrabalarım, kardeşlerim, annem ve babamda dahil. İnsan kendi kardeşiyle bile nerdeyse görüşemeyecek. Bunu yapan iş hayatı ve şehir yaşamı bence. Evler, semtler birbirine uzak. Gidip, gelmek insanın gözünde büyüyor. Üşeniliyor ve görüşmeler ertelenip duruyor...

Bu son bayramda bir arkadaşımız eşiyle birlikte oğlumuzu görmeye ancak gelebildiler. Çocuk oldu 20 aylık, yeni gördüler. Aynı şehirde yaşıyoruz halbuki. Olmadı mı olmuyor demek ki, yapacak bir şey yok. Buna da şükür dedik. Hele bir arkadaşım var ki; hatta adaşım ve hatta nerdeyse aynı gün doğacakmışız ki; o  benden bir gün sonra doğmuş. Kendisini 20 yıldır tanıyorum. Arkadaşım değil, dostumdu desem daha doğru olur. Bu kişi hala benim çocuğumu görmeye gelmedi. Kendiside benimle aynı şehirde yaşıyor. Yani bana uzak bir ilde oturmuyor. Bunun  nedenini hala çözmüş değilim. Hiç bir zaman vakit bulamadı, bana gelmeyi beceremedi. Uzun zamandır da kendisini aramıyorum, aramayı da düşünmüyorum. Arkadaşlığımız benim bir bebek dünyaya getirmemle bitmiş oldu. Olayı çok kısa bir şekilde  özetledim ama bu yaşadığım çok enteresan bir olay benim için. Bunun adı "kıskançlık mı?, yoksa çekememezlik mi?" bilemedim. Daha doğrusu bu iki huyu ona yakıştıramadım. Bu da üzüldüğüm, kendime bir türlü yediremediğim olaylardan birisidir. Bir gün belki bloğuma girip, bakarsa bu yazımı okursa hatasını anlayacaktır. Belki, kim bilir?..

Bugün iki yazı okudum ve ikisinede çok güldüm. Yazılar senarist Banu Kiremitçi Bozkurt'a ait. Özellikle de anneler okuyunca çok gülecekler. Burayı  ve burayı  tıklayarak bu iki yazıyı okuma şansınız var. Gülümsemeye ihtiyacınız varsa eğer, durmayın okuyun derim. Ben kaçıyorum, hadi sizlere iyi okumalar.

 E tabi vaktiniz varsa yada oluca...




Hiç yorum yok: